17 Kasım 2009 Salı

koyunsan koyunluğunu bil.

13 yaşından beri ders çalışan ve kendini çok harika ultrasonik başarılı mükkkkeemmmmeel sanan birini tanıyorum.
bu kişiyle bir konuşmamız şu şekildeydi;

mal:ben koltuk düşkünüyümdür. üniversiteyi bitirince yükselebildiğim en yüksek seviyeye kadar çıkıp anayasa mahkemesi başkanı olarak ölmek istiyorum.

bilge-ben dünyayı dolaşıp sırt çantamla sokaklarda yatmak istiyorum!

mal:sen sırt çantanla sokaklarda yatarken ben 5 yıldızlı otelimde yatıcam.

bilge-ölünce ikimiz de toprakta yatıcaz ama ben bunu önceden tecrübe ettiğim için sana kıçımla gülücem.

öldüğü zamanki statüsünün hayalini kuran bi insanla, evet, çok yazık ki, iki sene boyunca aynı ortamda bulundum. iki sene boyunca bu saçma sapan ideallerini dinledim ve iki sene boyunca onun kendince büyük ama aslında minicik olan beyniyle ben ve benim gibileri küçümseyici bakışlarına maruz kaldım.

hayattaki tek başarınızın çoktan seçmeli sorularda olduğunu düşünün.
hayattaki tek amacınızın diğerlerinden daha güçlü olmak olduğunu, daha zengin olmak olduğunu düşünün.
hayattaki tek hayalinizin 5 yıldızlı otellerde konaklamak olduğunu düşünün.
o şekilde
ne kadar da eziksiniz
ne kadar da acizsiniz
ne kadar da sığsınız değil mi?

14 Kasım 2009 Cumartesi

neler neler.

son iki yazıma bakıp hakkımda kesin hükümlere varmayın genşler.
kesin hükümler vermeyin ya da.
bilemedim.
anlatım bozukluklarında çok iddialıyımdır aslında.

haftaya sena geliyo. resmen heyecanlıyım.
bi de şey için heyecanlıyım.
hani zaman geçiyo ya, yaz gelcek falan. sanki böyle çok ultrasonikharika şeyler olcak gibi hislere kapıldım. neyle ilgili olduğunu falan bilmiyorum. yani ultasonikharika şeyler kafanın bomboş ve rahat olması da olabilir zira kafanın bomboş ve rahat olması dünyanın en ultrasonikharika şeylerini seçme kurulu tarafından 1896 yılında 2. seçilmiştir.

bi de tanrıyı güldürmek istiyorsan ona planlarından bahset hadisesi yüzünden hayal kuramaz oldum mesela. nasıl bir kozmik gücün içinde kaldım ben arkadaş?

imge'de oturmak diye bişey var, angaralılar bilir. aslında orası imge kitabevinin üstündeki, farklı bir ismi olan bir kafe ama imge kafe gibi geliyor insana lan. halbüse hiç de öyle değil. bu şey gibi, mesela A kişisi ve B kişisi hep birlikte dolaşsınlar. insanlar B kişisinin adını bilmesinler ve desinler ki "A'nın yanındaki vardı ya hani, geçen sınıfın ortasında kusmuş." hani mesela. bunun gibi bişey. o yüzden o kafeye ben çok üzülüyorum. bugün de orda benjamin linus vardı. böyle de bir kafe ama asimile olmuş kendi kendine. bi de gerçekten de imge kafe'ymiş mesela ora. düşün bi. peki bu durumda ben rezil olmaz mıyım? olurum. ama çaktırmam. çünkü rezil olunca çaktırmamak lazım. yüzünün kızarıklığını gizleyebilmenle rezil olman ters orantılıdır. şimdi grafiğimizi inceleyelim;
grafik diyince inandın mı sen?

peki şunu bi izleseniz elinize mi yapışır?

ablamın bi arkadaşı telefonda şöyle dedi
"MEMELERİMİ KÜÇÜLTÇEM BEEĞAAAAN!"
sonra ben şöyle bi baktım.
düşündüm.
dedim ki bu nasıl bir vurgu? bu nasıl bir memenin ölçüsünden bıkmışlık? bu nasıl haykırış.

charles bukowski ne demiş bakın.
charles bukowski'ye sürekli mektuplar geliyor tamam mı? bir sürü kadından falan, hayranlarından. sonra mektuplaşa mektuplaşa birbirlerinin evlerine gitmeler başlıyor. bukowski de, bilirsin, bilmeye de bilirsin, burdan "ay bilmiyosan git burdan seni ahmak" gibi bir anlam çıkmasın, bukowski ilginç adam, onu bil işte bilmiyosan, neyse, bukowski de ayyaşın teki. aynı zamanda kendinden 20-30 yaş küçük kadınlarla ilişkiler yaşayan birisi işte. bi gün bir erkek hayranından mektup geliyor. adam, ben de senin gibi yazmak istiyorum, bana da öğret, bi gün biraları kapıp gelecem haberin olsun falan yazmış. bukowski ne dese beğenirsin;
"ne yazık ki bir yarığı yoktu ve mektubu çöpü boyladı."
şimdi bunu diyen bi adamdan şöööyle bi tiksinirsin di mi. sapık ayol bu! dersin. ama öyle değil. bukowski candır. şeytan tüyünün ta kendisidir.

hani yani mesela diyorum.

yani, bilge, çok salaksın.
böyle şeyler sadece filmlerde olur.
yani şimdi, fena olmazdı avize yerine bir disko topu olsaydı.
perdelerin yerinde gramafon kağıtları.
herkes gülmeye başlasa
ve o gülüşle birlikte
sessizlik sonsuza kadar bozulsa
işte ben de onu diyorum
hadi hep birlikte çıkıp gidelim burdan.
aynı anda kalksak, fena olmazdı yani.
meksika dalgası yapsak mesela
komik olmaz mıydı?
hadi ama gençler!
bu kadar gri olamazsınız!
yani şimdi siz, gelmiyorsunuz öyle mi?
tamam.
ben de kendim giderim.
ama hani,
fena olmazdı kalksaydık hep birlikte.
yani, bilge, çok salaksın.
böyle şeyler sadece filmlerde olur.

10 Kasım 2009 Salı

işte yine oldu.

bazen planladıklarını gerçekleştiremeyebiliyorsun ve bunun tek sorumlusu sen olabiliyorsun.
bazen anı yaşamayı hayat felsefesi edinmişken idealistleşebiliyorsun.
bazen hiç ummadığın kişiliklere bürünebiliyorsun ve bazen değişimi anbean görebiliyorsun.
bazen zamana hızlı geçmemesi için yalvarabiliyorsun, bazense hemen akıp gitmesini dileyebiliyorsun.
bazen
hayat
çok komikken
bazen
çok ciddi
olabiliyor.
bazen
...
bazen
...
ağzına sıçayım öss.

3 Kasım 2009 Salı

ilaçlarını günügününe al e mi ?

hayatıma hayatımın en gri yazının sonlarında giren rengarenk bi arkadaşım var.
içi dışı rengarenk.
ojeleri rengarenk.
kıyafetleri rengarenk.
konuşması rengarenk.
gülmesi rengarenk.
arkadaşlığı rengarenk.
sanki herşeyi pembeli turunculu,sarılı morlu gibi.
işte o rengarenk kız birazcık hastalanmış.

ÇOOOOOOOK GEÇMİŞ OLSUN HEMŞİİRE!

omzu ağrıyodu işte ben de dedim ki çantadandır. meğersem değilmiş.